Geçtiğimiz pazar İstanbul Modern’e Play It Loud gösterimi dahilindeki Mor ve Ötesi: Tamiri Mümkün, 2023 konser filmini izlemeye gittim. Uzun süredir içime kapanmış, sanatla/ olan bitenle bağımı kesmiştim. Ama bu gün benim yaratıcı beslenme sürecime dair çok güzel bir açılım oldu. Çekinmedim, üşenmedim ve geçen hafta bu filme bilet aldım. Evden çıkarken hala gitmekten vazgeçmeyi düşünüyordum ama aldırış etmedim. Tramvaydan, Topkapı’da inip İstanbul Modern’in yeni binasına girdiğimde uzun süredir ortalıklarda olmayışımın verdiği bir çekingenlik hissetsem de bu mekana girmek hoşuma gitti.
Biletimi gösterip daha sonra görsel günlüğüme koymayı planladığım verdikleri müze stickerını üstüme yapıştırdım ve aşağı sinema katına indim. Play It Loud’ta yerli yabancı birçok film gösterimi vardı, benim Mor ve Ötesi’nin konser filmini seçmem biraz daha alışkın olduğum ve ürkek ürkek evden çıktığım bu günü kolaylaştırması içindi. Filmi, önceden izlediğim Bakırköy Underground, Black Not Gray Ankara Rocks gibi müzik belgeselleri gibi bekliyordum ama konser kayıtlarının inanılmaz bir şekilde kurgulanmasından oluşan sahne performansını gösteren bir filmdi. Ayrıca hareketli bir kurgu ile çoşkulu bir konser filmi izlerken sinemada olduğumuz için kıpraşmadan durmaya çalışarak izlemek de beni düşündürdü.
Filmden çıktıktan sonra uzun süredir görmek istediğim koleksiyon sergisini gezmek için üst kata çıktım. Ondan önce yaratıcı beslenme sürecime katkı sağlayacağını, beni motive edeceğini düşünerek İstanbul Modern’e üye oldum. Üyelik etkinliklerime katıldıkça bunun hakkında detaylı konuşacağım. Bir sergiyi gezerken mekanla, sanatçıyla ve eserlerle ilgili kendime sormak için bazı sorular belirlemiştim. Sergi mekanı nasıl hissettiriyor? Eserdeki malzeme kullanımı hakkında analizler ve eser hem görsel hem konusal bana ne hissettiriyor? gibi sorular/başlıklar üzerine deneyimimi güçlü kılmam için birtakım sorular. Sergide ilgimi çeken eserlerden biri Abidin Elderoğlu’nun İsimsiz, (1965) adlı duvar halısıydı. Defterime şu notu almışım: “Şu an görsel olarak en sevdiğim eser bu. Yumuşak çok, çizgisel…akıntılı, bir kalınlığı var. Hızı görüyorum. Hız var telaş değil ama, doğuştan gelen içinde olan bir hız.” Bir başka dikkatimi çeken eser de Semiha Berksoy’un “Zümrüdüanka” Otoportre, (1997)’si. Kırmızı rengini çok seviyorum. Kendimi kırmızıdan hiç alamıyorum. Koleksiyondaki bir başka kırmızı eser de Şahin Kaygun’un İsimsiz adlı, doygun kırmızı bir kumaşın üstünde siyah transparan kilotlu çoraplı ve bordo topuklu ayakkabılı bir kadının bacaklarının polaroidle çekilmiş 35 fotoğraflık bir tablosuydu. Renk ve ana odaklanıyor olması açısından ilham verdi bu fotoğraflar bana.
Bu gün bir açılım günüydü benim için, hislerime ve sevdilerime dönüş günü. Bu günü bu yazıyla ölümsüzleştirmek istedim çünkü bu dönüşte istikrarlı olmam için bana güç vereceğini düşünüyorum. Yaratıcı beslenme sürecimi, İstanbul deneyimi zenginleştirip daha fazla paylaşımda bulunmak dileğiyle… Sevgiler.